Öğrenme Güçlüğü Nedir Nasıl Aşılır

Her çocuk farklıdır ve hepsi farklı hızlarda öğrenirler.

Öğrenme güçlüğü, okuma bozukluğu, yazılı anlatım bozukluğu ve diskalkuli olarak adlandırılan matematik bozukluğu gibi alt tiplere ayrılmaktadır.

Genellikle çocukların rakamlar ve harfler ile karşılaşmaya başladıkları okul yıllarında tam olarak adlandırılmasa da öğrenmeye dair bir güçlük-zorlanma yaşadığı öğretmenler ve anne-babalar tarafından fark edilmektedir. Özgül öğrenme güçlüğü adını alan bu durum,  kronolojik yaşı ile zeka gelişimlerinin tutarlı olduğu, uygun yaşamsal becerileri sergilemekte ya da iletişim ile ilgili herhangi bir sıkıntı yaşamamakta olan çocukların kimi alanlara dair (Rakamları tanıma, harfleri tanıma, okumayı sökme, zihinden işlem yapma vb.) güçlük yaşanmaları halidir. Bu güçlük okul başarısında ciddi ölçüde düşüşe sebep olmakta ve öğrenme sırasında çocukların bilgi kazanımının güçleşmesine, öğrenme alanlarının etkin işlev görmemesine neden olmaktadır.

Öğrenme güçlüğü kendini şu şekilde gösteriyor olabilir:

Sözcük okumada yanlışlıklar ya da akranlara kıyasla çok yavaş okunuyor olması.
Okunanın anlamını anlamada güçlük. (Yani çocuk akıcı okuyor olabilir ancak metin içerisindeki ana fikir ya da ilişkiler ile ilgili soruları yanıtlamakta güçlük çekiyordur.)
Harf harf söyleme ya da yazma güçlükleri. (Harfleri atlayarak okuma ya da yazma.)
Yazılı anlatım güçlükleri. (İmla ve dil bilgisi kurallarını kullanmada güçlük.)
Rakamları tanıma, rakamları doğru yazma (Ters yazılabilir genellikle 2-3-5-6…) sayılar arası büyüklük-küçüklük ilişkilerini anlamada güçlük ya da hesaplama yapmada zorlanma.
Öğrenme güçlüğü, disleksi olarak adlandırılan okuma bozukluğu, disgrafi olarak adlandırılan yazılı anlatım bozukluğu ve diskalkuli olarak adlandırılan matematik bozukluğu gibi alt tiplere ayrılmaktadır. Kimi durumlarda bu alt tiplerden sadece bir tanesi görülebilirken kimi durumlarda ise birden fazla tip ile karşılaşılabilmektedir.  Ancak sadece öğrenme ile ilgili olduğu düşünülen bu durum karşısında erken ve doğru destek sağlanmadığı takdirde çocuklar düşük benlik algısı, kaygı, depresyon, akran ilişkilerinde sıkıntılar ve okul fobisi gibi duygusal alana yansıyan sıkıntılarda yaşamaya başlayabilmekteler.

Bu sıkıntıları yaşayan çocuklar genellikle şu özellikleri sergiler:

Sınıfta, dikkat çekmek için davranış problemi sergileyen.
Bir çalışmayı, ödevi yaparken okulda öğretmen, ev de anne babasından sürekli yardım isteyen.
Yeni öğrendiği bilgileri hızlı unutan.
Okuldan ödev veya kitaplarını getirmeyen.
Okula gitmek istemeyen.
Akıcı konuşmasına rağmen, yazarken bu dil zenginliğini yansıtamayan özelliktedirler.
Her çocuk farklıdır ve çocukların farklı hızla öğrenip, gelişim gösterdikleri unutulmamalıdır. Yukarıda belirtileri özetlenmeye çalışılan bu durum akademik yaşantı ile ilgilidir. Dolayısıyla sıklıkla ilkokul yıllarında ortaya çıkar. Ancak günümüzde akademik yaşantının çocukların hem duygusal gelişimleri hem de gelecekleri ile ilgili önemi sebebi ile erken müdahale önemlidir.

Çocuğunuzda bu gibi bir durumdan şüpheleniyorsanız, önce mutlaka öğretmen ve okul rehberlik servisi ile görüşmeniz ve eğer destek ihtiyacı olduğu söyleniyor ise bu konuda uzman kişilerden destek almanız ev-uzman-okul işbirliği ile güçlük yaşanan alanının atlatılmasına olanak sağlayacaktır.
Devamını Oku»

Masallar ve Çocuklara Etkileri

Masallar ve Çocuklara Etkileri - Masal çocuğun hayal gücünü geliştirir, olağanüstü dünya sunar. İleride hayal gücü olan, zorluklarla baş edebilen, okumayı seven bir nesil istiyorsak, bol bol masal okuyalım çocuklarımıza. Masal, sözlü halk hikayesi; olağanüstü öğe, kahraman, olaylara yer verilen yaşanmamış öyküler olarak tanım bulmakta sözlüklerde. Peki hepimizin sıcak çocukluk anılarını süsleyen bu metinlerin yapısal özellikleri nelermiş ve günümüzde bu metinler nasıl kullanılmakta, yeni nesillere nasıl aktarılmakta ve aslında aktarımında seçici olmak gerekiyor mu bir bakalım isterim.. Kaynaklarda masalların özellikleri şu şekilde belirtilmekte: Olağanüstü konuları vardır. Kahramanlar gerçeküstü özelliklere sahip olabilir. Yer ve zaman belirsizdir. Her masaldan bir öğüt, bir ders çıkarılabilir. Masallar kalıplaşmış bir tekerleme ile başlar. Masallarda olağanüstü varlıklar bulunabilir. Masallar kalıplaşmış tekerlemelerle biter. Masallar hep mutlu sonla biter. Niteliği ne olursa olsun hep hayal ürünüdürler. Olaya dayalı, sanatsal kurmaca metinlerdir. Yazılı ve sözlü edebiyat ürünüdürler. Masalın sonunda her zaman iyiler kazanır. Masallar iyiyi ve kötüyü anlatarak, çocukların olaylardan ders çıkarmalarını amaçlar. Masalların saydığımız özelliklerinden sonuncusu aslında ‘Sasal’ kelimesinin sözcük anlamı ile de ilintili. Çünkü masal kelimesi köken olarak Arapça ‘Mesel’ sözcüğünden gelir. Mesel ise ibret alınacak, örnek teşkil edecek kısa anlatı demektir. Peki masallar çocuklar için sadece verdiği mesajlar, çıkarılması gereken dersler sebebi ile mi değerlidir? Bence masalların verdiği mesajın haricinde masalı anlatan ile dinleyen arasındaki ilişki yani masalın bu ilişkiye katkısı çocuk hayatında önemli bir ihtiyaçtır. Masalların başlı başına terapötik bir katkısı vardır çocuk dünyasına. Çünkü çocuk nasıl ki oyunlarda bağırır, kırar, yaptığı kuleleri bozar ve ne olursa olsun oyun yeniden ve yeniden inşa edilebilir ve onarılabilir bir mekanizmadır kendi içinde, masalda da bu vardır. Karakterler zorluk çeker, üzülür, korkar, ağlar, yalnız kalır ama sonunda sorunlar çözülür. Çocukta büyüme yolundaki bu zorlu süreçte bunu görmeye ihtiyaç duyar. Annem gitse de gelecek, yağmur yağsa da duracak, kule yıkılsa da yeniden yükselecek gibi. Çocuğun bu onarım ihtiyacı ileriye yönelik duygusal sağlıklılık adına ciddi bir yatırımdır. Bu ihtiyacı oyun, masal, iletişim, sevgi yoluyla karşılanan çocuklar, yetişkinlik hayatlarında zorluklarla mücadele eden ve dingin günlerin gelmesini heyecan ama sükunet ile bekleyebilenler olmaktadırlar. Masal çocukların hayal güçlerini geliştirir. Onlara yeni dünyalar sunar. Film izlemek, resimli kitaplara bakmak gibi değil, anlatılanı zihninde canlandırma, kendi prensesi, kendi kurdunu düşünebilme heyecanı yaşamasına olanak tanır çocuklara. Elbette özelliklerinde de sayıldığı gibi, masal kendinden menkul öğütler içermektedir. Ancak güzel olanı masal bunları dikte ya da empoze etmeye çalışmaz. Masal bittikten sonra ‘Kırmızı başlıklı kız nerede yanlış yapmış?’ yazmaz… Amaç ‘Öğretmek’ değil ‘Edindirmektir’ altı çizilen değeri, davranışı, tutumu… Ya zararları? Varsa bir zararı ben yeni nesil anlatılarda görselin çok ön planda olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Çocuk kurdun büyükanneyi yemesini ya da avcının geyiğin kalbini çıkarmasını ‘Kendine göre’ canlandırır zihninde, bizler kanlar ve bıçaklar ve şiddeti çağırıyoruz kendi yetişkin dünyamızda aslında. Ama kimi yeni nesil anlatılar gerçekten vurma, kırma, uygunsuz söylemler gibi içerikler barındırmakta. Dolayısı ile masallar ve kimi yeni nesil içeriklerin ayrıştırılması taraftarıyım. İleride hayal gücü olan, zorluklarla baş edebilen, okumayı seven bir nesil istiyorsak, bol bol okuyalım çocuklarımıza. Keyifle okuyalım ama ‘kaliteli zaman’ geçirme görev bilinci ile değil. Hatta masallarınızı kendiniz yazabilirsiniz; annesiyle babasının tanışma masalı, ailenin kökenleri ve nerden nereye taşındıkları, anne babanın kendi çocuklukları gibi. Yok ben hazır masallardan mutluyum diyorsanız da lütfen alacağınız kitaplara bir göz atın satın almadan ve içinize siniyorsa alıp, okuyun çocuğunuza. Bu arada son olarak, özellikle küçük yaşlarda çocuklar bazı masalların tekrar tekrar okunmasını isterler, bıkmadan okuyun ve endişe etmeyin. Vardır o masalın içinde çözmeye çalıştığı bir durum mutlaka çocukların ve gelecektir yeni masallara ilgilinin zamanı
Devamını Oku»

Bilgisayar Terimleri Osmanlıca Olsaydı ?

 Messenger = Havadisçi
Chat = Muhabeet-ül zabiy
Virüs = Deyyus
Hacker = Deyyus-ül ekber
Antivirüs = Akınıcı
Anti spyware = Müdafa-ül hafiye
İnternet = Allame-i ulul arz
Admin = Sahip-ul- edevat
Hata raporu = Malumat-ül kabahat
Belgelerim = Sanduka-i evrak
Çift tıklama = Tıkırt-ül tekerrür
Fare = Zındık faresi
Klavye = Taht-ü hurufat
Denetim masası = Sehpa-i saltanat
Görev çubuğu = Değnek-ül vazife
Bilgisayar kasası = Kaide
Ekran = Perde-ül temasa
Enter tuşu = Duhul
Güç kaynağı (Power supply) = Kuvvet macunu

Devamını Oku»

Kağnı Öküz Arabaları

Kağnı arabaları daha düne kadar çiftçilik yapan her ailenin  taşıma işlerinde kullandığı bir araç idi. Sabahtan kalkan çiftçi, kağnısını koşar; tarlaya, çayıra, oduna, ekine, gübreye, taşa, toprağa vs. her yere onunla giderdi. Giderken götürmesi gerekenleri götürür gelirken de  yükünü yükler, köye dönerdi. Kağnısını yükleyen çiftçi, ses çıkarması için eksene yağ sürerdi. Yol boyunca kağnısından çıkan sesle neşelenir, başındaki şapkasını yan yatırır, sigarasını da yakar, duman atarak köye doğru ilerlerdi. Bu hareket onun için gurur vericiydi. Kağnının yüklü iken rampalarda çıkardığı ses insanın kulağında çınlardı. O ses yerine göre adı koyulmamış bir beste, hicaz bir şarkı, tekerlere dolanmış bir uzun havadır. Kağnının sesinden, kimin kağnısı olduğu belli olurdu. Her çiftçinin kağnısından aynı ses çıkmazdı. Her çiftçinin kağnısına koştuğu öküz de kağnıyı bu denli götüremezdi. Kağnıyı kullanan kişi, öküzlerin daha hızlı gitmesini istediğinde ucunda sivri bir demir bulunan yaklaşık 1,5 - 2 metre uzunluğunda üvendire denilen sopayla öküzleri hafif bir şekilde dürter ve hou doha diye seslenirdi. O dönemde, yavaş gittikleri için öküzleri insafsızca dürtüp derilerini kanatan çok insan olmuştur. Öküzlerin insanlar üzerinde çok hakları vardır.

Kağnılar; teker ve eksen, kağnı evi ve boyunduruk olarak 3 parçadan meydana gelir. Tekerin çerçevesine 1 cm. kalınlığında 2-3 cm. genişliğinde demir çember kızdırılarak geçirilir. Böylece tahta tekerleğin kısa zamanda parçalanıp elden çıkması önlenmiş olur. Tekerlekleri birleştiren eksen üzerine kağnı tabir edilen kısım oturtulurdu. Boyunduruk ise hayvana kayışla bağlanan kısımdır. Birde kağnıyı idare eden kimsenin öküzleri yönlendirmek için kullandığı yaklaşık 1,5 - 2 metre boyundaki ucu nodullu (sivri demir) olan üvendire  adı verilen değnek vardır.

Kağnıya teknik açıdan bakacak olursak;

Kağnının şasisi diyebileceğimiz kısmı 3,5 ile 4 metre arasında iki odun parçasından oluşur. Kağnının arka kısmında yaklaşık 1,5 metre açıklık yapan bu iki ağaç, belli bir açı yaparak kağnının ön kısmında birleşir. Kağnının ön kısmına “ok” adı verilir. Ok adı verilen ön kısımda birleşen bu iki oduna “kol” denir. Kolların birleştiği kağnının ön kısmında iki veya üç adet olabilen “çeker ağacı” denilen ağaç saplamalar vardır. Çeker ağacı, arabayı boyunduruğa bağlayan kayışın sıyrılıp, kolların ön kısmından kayıp çıkmasını engellemek için konulmuştur.

Kağnının tekerleklerinin çapı 70-80 cm civarlarında olabilir. Tekerlek çapı daha düz arazilerde daha fazla yük taşınmasına olanak sağladığı için biraz daha büyük olabilir.

Kağnının ekseni (dingili) kolların arkasından ölçtüğümüzde (yani kağnının arkasından başlayarak ölçtüğümüzde) yaklaşık 70-80 cm ilerisindedir. Kolların üstünde kağnının tam orta yerinde 3 cm kalınlığında ve sağlam bir ağaçtan yapılan tahtalar kullanılır. Bu tahtalara “Kaburga” denir. Kaburga tahtalarının eni yaklaşık 25-30 cm civarındadır. Kaburga tahtaları kağnının iki yanına doğru sağa ve sola 30-35 cm kadar çıkıntı yapan iki sıra oluştururlar. Bu çıkıntıların birisi tekerleğin gerisinde kalır, diğeri ise ilerisinde kalır.  Bu tahtalar malum olacağı üzere, bir yükün arabada durmasını ve kolların sabitlenmesini sağlarlar. Bu tahtalar kollara demir çiviyle tutturulur. Ancak bu demir çiviler kağnının zor şartlarda esnemesi nedeniyle kesilirler. Bu durumda kaburga tahtalarının kollara tutunmasını yanlık” denilen ve 8-10 santim yüksekliğinde ve 5-6 cm eninde yine gürgenden yapılmış ağaç parçaları sağlar. Bu parçalar ön 1,5 metre boyunda ve arabanın arka kısmından başlayarak ön kaburga tahtası hizasına kadar uzanır. Yanlıkların ön ve arka kısmında yer alan deliklerle kalın demir veya sert ağaçtan yapılmış pimlerle kola tutturulur.

Kağnının “mazu” denilen eksen (dingil) kısmını yerinde tutan ve mazunun kola temas eden kısmının bir ön bir de arkasında kola takılı olarak yeralan sert ağaçtan yapılmış iki adet “diş” vardır. Bu dişler eksenin (dingilin) öne ve arkaya kaçmasını önler. Eksenin (dingilin) aynı zamanda sağa ve sola kaymasını önleyen kertikli bir kısmı vardır bu kısma “mazu başı” denilir. Ayrıca mazunun temas ettiği ve iki kolun iki diş arasında kalan kısmına da “mazu yuvası” adı verilir. Eksenin (dingilin) iki ucunda bulunan tekerleklere “ortalık” denilir. Ortalıklar yumuşak, geniş yıllıklı ve güneş gören güney yamaçlarda yetişmiş çam ağaçlarından yapılır -sanırım bu çam türüne akçam  deniliyor. Ortalık yapmak üzere tasarlanarak yontulmuş çam kütüklerine “ortalıklık” denir. Bu ortalıklıklar 20 -25 cm kalınlığında ve 1-1,2 metre uzunluğunda tasarlanır. Yaklaşık ik veya üç ortalıklıktan bir adet ortalık (tekerlek) elde edilir. Akçamdan yapılmış ortalıklar fırınlanarak iyice kurutulduktan sonra son şekli verilip pimlerle birleştirilirler. Pimlerle birleşen parçalar yuvarlak bir biçimde kesildikten sonra körükte kızdırılmış yuvarlak bir çember geçirilmek suretiyle sıkıştırılır. Isındığında esnemiş olan çember soğudukça büzüşerek ortalığı iyice sıkıştırır. Böylece ortalığı saran demir çember, tekerleğin yere gelen kısmının aşınmasını önlerken aynı zamanda da tekerleğin dağılmasını önler. Ortalığın ortası “iyidemir” denilen keskiyle kenarları 12-15 sm uzunluğunda bir kare biçiminde delinir. Bu deliğe kare şeklinde yontulmuş mazu başı geçirilir ve sıkıca oturtulur. Ortalığın mazudan çıkmaması için mazu ucu kare şeklinde delinir bu deliğe tahta bir çivi çakılır.

Taşınacak yükün özelliklerine göre kağnıya çeşitli biçimler verilir. Örneğin kum, çakıl, toprak, ters (çiftlik gübresi) gibi yükler taşınacaksa, “ev” adı verilen, yaklaşık 1 metre yüksekliğinde tahtalarla bir tür kasa oluşturulur. Arabaya bu kasanın takılması işlemine “evlemek” denilir. Birde mazunun bir nedenle yerinden çıkmasına de “evleme” denilir. Ancak bu farklı bir kavramdır. Arabanın evinin arka kısmında yük boşaltmada kolaylık sağlaması için yerinden çıkarılabilen ve “arkatahta” adı verilen bir parça vardır. Arabanın ön kaburgasından ok kısmına kadar olan bölümünde normalde iki kol arası boştur. Buraya kum, çakıl vb yükler konulacağı zaman küçük tahtalar konularak muhafaza oluşturulur. Bu tahtaların bir taraflarında tutup elle çekmek için yapılmış el tutma yerleri vardır. Bu tahtalarada “öntahta” adı verilir.

Harman zamanında ekin gibi kaba yükler taşımak için bizim yörede “Delce” denilen 15 e 20 cm kalınlığında yaklaşık 2 metre eninde 3 metre boyunda kerestelerden dikdörtgen şeklinde ve kerestelerin üzerine açılan deliklere 1,5 metre uzunluğunda sopalar takılarak oluşturulmuş kafese benzeyen bir aparat kağnının üzerine konulur. Toz saman taşınması gerekirse aynı aparatın kafesi andıran çubuklarının etrafı hasır ile kaplanır ve bir havuz oluşturulur ve içine saman doldurulur.

Kağnı arabasının mazu kısmı aşırı yükleme sonucu yanma yapabilir. Kağnının yanmaması için yağlanması gerekir. Yağlama için bildiğimiz hayvansal yağlar, içyağ genellikle de tereyağ kullanılır. Fakat buna rağmen mazu aşırı yüklemede yanabilir. Bu durumda en iyi çözüm yanan mazuya sabun sürmektir. Sabun ayrıca mazunun gacırdamasını da önler.

Arabayı öküze koşmak için gerekli koşu malzemesine de biraz değinmek gerek. Arabayı çeken iki adet öküz vardır. Bu nedenle yükün iki öküze dengeli bir biçimde dağıtılması ve ileri basan öküze daha fazla yük vermek amacıyla, boyundurukla kolları bağlamada kullanılan kayış çapraz koşulur. Böylece çekim sırasında harcanan dengesiz güç öküzler arasında eşit dağıtılmaya çalışılır. Kayışın koşulmasından sonra yerinden çıkmaması için 20-25 cm uzunliğinda ve 2-3 cm kalınlığında genellikle gürgenden yapılan ve “maluh” adı verilen bir parça kullanılır.

Öküzleri boyunduruğa bağlamak için zelve denilen ve uzunluğu öküzün boynunun kalınlığına göre değişen 40-50 cm boyunda, 3-4 cm kalınlığında ağaçlar kullanılır. Boyunduruğun alt kısmındaki ağaca sakak denir. Boyunduruk ve sakakta açılan dört delik olur bu deliklerden iç kısımda kalan ikisine zelveler sabitlenirken boyunduruğun uç tarafına yakın olan deliklerde ise sökülüp takılabilen zelveler kullanılır.

Devamını Oku»

Yörelerin İlginç Düğün Gelenekleri

Kız isteme sırasında ya da en mutlu gününüz olan düğün töreninde birden eş adayınızın aile bireyleri tuhaf davranmaya mı başladı? Hemen paniğe kapılmayın. Nedeni yöresel gelenekler olabilir. Eş adayınız ve siz, modern hayatın yılmaz bekçileri olsanız da ailenizin yaşatmak istediği yerel bir düğün adeti olabilir. Mutluluğunuza ilk günden yanlış anlamalarla son vermemek için önceden bu konuda bilgi sahibi olmanız önemli.“Bu kahve neden tuzlu?” gibi ani çıkışlar yapmamanız için, yörelerin düğün adetlerinden oluşan bir liste hazırladık. İşte Türkiye’nin farklı farklı yörelerine ait 15 adet ilginç düğün adeti: giphy 1.Adana / Keskin Nişancılık ve Atletizm Şart! Adana’da düğün öncesi adeta bir olimpiyat havasında yaşanıyor. Öncelikle damadın nişancılık konusunda yeteneğini sergilemesi bekleniyor. Yüksek bir ağaç dalına yerleştirilen yumurtaların kına gecesine gitmeden önce, damat tarafından birer birer vurulması gerekiyor. Damadın başarısız olması durumunda, kız tarafı kendince uygun bir ceza belirliyor. Bunun dışında bir yarışma da damat ve gelin tarafı arasında yapılıyor. Gelinin çeyizi taşınırken damat tarafı çeyizden bir yastık kaçırıyor. Bu hareketle başlayan yarışta kız tarafının kovalayıp bu yastığı almayı başarması gerekiyor. Yastığı kapıp karşı taraftan daha önce damada götürmek ve bahşiş almak amaçlanıyor. giphy-1 2.Afyonkarahisar / Olmayacak İşe Çay Demlenmez Afyonkarahisar’da düğün adeti bakımından oldukça gerçekçi bir yaklaşım bulunuyor. Kız isteme sırasında çay kahve servisi yapılmıyor ve sadece su ikram ediliyor. Eğer kız verilirse, erkek tarafı çaya davet ediliyor. Nişanda damadın annesinden gelini isteme konuşmasını bir kez daha yapması bekleniyor. Bu istemenin ardından ikramlar geliyor ve kutlamalar başlıyor. Kayınvalide ‘ilk günden yüz göz olmamak için’ elini öpen gelini kutlamıyor. Kayınvalide ile böyle başlayan bir ilişki, gözünüzü korkutmasın. En azından beklentilerin baştan net olarak ortaya konduğu bir ilişki olduğunu düşünebilirsiniz giphy-2 3.Aydın / “Eviniz Var Mı?” Sorusunun Beşiği Evlilik programlarında karşı tarafın isminden bile önce sorulan “Eviniz var mı?” sorusu Aydın’da da cevabını arıyor. Evi olmayan erkeğe kız verilmemesi, Aydın’ın en çok öne çıkan düğün adetlerinden biri. Evi alan damat, düğünden sonra gelini evde para, buğday, şeker ve pirinç serperek karşılıyor. Evde bolluk bereket hedefleyen bu düğün adeti, ev krediyle alındıysa genç çift için ayrı bir önem taşıyor giphy-3 4.Diyarbakır / Uysal Gelinin Formülü Diyarbakır’da evliliğin su gibi akıp gitmesi için düğün adeti olarak testi kırılıyor. Evin kapısında testi kıran gelinin, böyle kırıp dökmeye alışmaması için önlemler de yok değil. Evden içeri girerken önüne koyun postu serilerek koyun gibi uysal olması hedefleniyor. giphy-4 5.Edirne / Yemeğimize Kaşıkla Geliniz Kalabalık düğün evi sofrasına yetecek çatal kaşık bulmak kolay değil. Edirne’deyseniz dert etmeyin. Edirne, düğün adetiyle bu soruna çözüm getiriyor. Misafirler yemeğe kendi kaşıklarıyla geliyor. Edirne’de evliliğinizin ardından sizden beklenecek kız ve erkek çocuklar için düşünülen bir düğün adeti de bulunuyor. Gelin, evine geldikten sonra dışarı çıkarılıp kucağına bir erkek ve bir kız çocuğu alıyor. s 6.Kastamonu / Ayakkabı ile Kısmet Falı Kastamonu’da evliliğinize olan bakış açısı bir ayakkabı ve yerçekimine bağlı olarak değişebiliyor. Bir eve kız istenmeden önce, ailenin iyi huylu bir bireyinden ayakkabısını fırlatması isteniyor. Ayakkabı düz olarak düşerse herşeyin yolunda gideceğine inanılıyor. giphy-5 7.Kırklareli / Gelinden Boşalan Yere Tavuk Koymak Düğün günü, eşinizin ailesi canlı bir tavukla kapınızı çalarsa şaşırmayın. Kırklareli’nde gelinin ailesi, evlerinden çıkan kızları yerine başka bir canın girmesini istedikleri için eve tavuk hediye ediliyor. giphy-6 8.Konya / Öyle Çok Sevinmeyin Konya’da düğünün ardından damat evine götürülen bir gelinseniz, “Bu mezarlık yolunda ne işimiz var?” diye endişelenmeyin. Bu düğün adeti, Konyalılar tarafından düğünün görülüp ölümün unutulmaması için özellikle yapılıyor. giphy-7 9.Muş / Damadımız Manken Gibi Maşallah! Damat tıraşının ardından Muş’ta damat için zorlu bir süreç başlıyor. İç çamaşırlarıyla konukların önünde bekleyen damadın kıyafetleri, en az 3 kez etrafında dolaştırılmadan giydirilmiyor. giphy-8 10.Şanlıurfa / O Takı Buraya Gelecek! Urfa’da takı takma törenini kaçıranlar için telafiler yapılıyor ve her isteyen misafirin takı takması sağlanıyor. Düğünün ardından, damadın annesinin evinde cuma günü tebrik için toplanılıyor. Düğünde yapılan takı töreninde takı takmayanlar, o haftanın ‘cumasında’ takabiliyor. 3 hafta yapılan tebriklerden 1. cumaya katılamayanlar 2. cumaya, 2.’ye gelemeyenler 3. cumaya yetişiyor. Bu düğün adeti sayesinde takıdan kaçış yolu bulunmuyor. giphy-9 11.Erzurum / Damadı Kurtarma Operasyonu Düğünde damadın evliler tarafından kaçırılması, sağdıçın damadı kurtarmak için kaçıranlara ziyafet sözü vererek pazarlık yapması ve damadın serbest bırakılması aksiyon filmlerini anımsatsa da aslında bir Erzurum düğün adeti. Düğünde kaçırılan bir damatsanız, paniğe kapılmadan gelinin nereli olduğunu hatırlamaya çalışmanız gerekiyor. giphy-10 12.Sivas / Kriminal Bir Kız İsteme Sivas’ın köylerinde damat taraf kızı istemek için yakın akraba, komşu ve mahallenin imamından oluşan bir kalabalıkla ile kız evine gider. Kızın istenmesi ve verilmesinin ardından çay kahve ikram edilir. Söz kesme gecesinde kız evinden çay bardağı, fincan gibi eşyalar çalan misafirler, ertesi gün damat adayına vererek hediye ya da ziyafet isteyebilir. Bunun bir düğün adeti olduğunun bilinmesi kurmak istediğiniz yuvayı kurtarır. Böylece erkek tarafının fincanı çantaya atmasına beklenmeyen tepkiler vermezsiniz. giphy-11 13.Ağrı / Gelin Geliyor, Nişan Al! Ağrı’da düğün adeti olarak damadın pusu kurduğunu söylemek yanlış olmaz. Gelin, damat evine yaklaşınca damat sağdıcıyla birlikte dama çıkıyor. Saklanarak gelini bekliyorlar. Gelin kapının önündeyken damat damdan demir para ve karışık meyve atarak gelinin başına vurmaya çalışıyor. giphy-12 14.Çorum / Gelin Getirmek Kolay Değil Çorum’da gelinin evinden alınarak damat evine getirilmesi sırasında da bir dizi düğün adeti gerçekleştiriliyor. Gelin evinde gelinin yakınları tarafından bahşiş alınmadan kapılar açılmıyor. Damat evine gelindiğinde kayınvalide, gelinin bütün kötü huyları böyle kırılsın diye kapının önünde bir güzel çömlek kırıyor. Evleri bereketli olsun diye gelinin başından kuru yemiş, şeker ve bozuk para atıyor. Ardından gelin eve yağ gibi yayılsın diye kapının önüne yağ dökülüyor. giphy-13 15.Malatya / Bu Bıyıklar Bir Şey Anlatıyor Malatya’da gençler, evlenme çağına geldiklerinde evlenmek istediklerini dolaylı yoldan anlatıyorlar. Ailelerine mesaj vermek için genç erkeğin ve genç kızın ayrı ayrı yöntemleri bulunuyor. Erkeklerin bıyık bırakması, eve geç gelmesi, her zamankinden sert tavırlarda bulunması, evden kaçması gibi davranışları evlenme isteği olarak algılanıyor. Genç kızların ise, tabakları birbirine vurarak bulaşık yıkaması, yemeğe oturmaması, daha fazla süslenmesi, çeyiz için hazırlıkları yoğunlaştırması gibi davranışları evlenip yuva kurmak istediği şeklinde yorumlanıyor. Malatya’nın düğünlerinde ise yine ilginç bir adet, gelin ve kayınvalide arasında yaşatılıyor. Gelin damadın evine girerken kayınvalide, gelinden habersiz aniden önüne bardak atarak kırıyor. Böylece gelin korkuyor ve kayınvalidesinden hep korkması amaçlanıyor

Devamını Oku»

Eski Adetleri Yaşatmak İçin Atla Düğün Yapıyorlar

Muğla'nın Fethiye ilçesinde gerçekleştirilen düğünlerde eski örf ve adetler yeniden yaşatılıyor. Çoğunluğu İngilizler olmak üzere her yıl yüz binlerce kişinin tatil için geldiği Ölüdeniz'de evlenen bir çift, düğünlerini atla yaptı. Kız evinden at sırtına bindirilen gelin davul zurna eşliğinde Ölüdeniz sokaklarında gezdirildi. Fethiye'deki bir başka düğünde ise damat mahallenin ortasında tıraş edilerek gelin almaya gönderildi.

Gelişen teknoloji ile birlikte yok olmaya yüz tutan eski düğünler Fethiye'de yeniden yaşatılmaya çalışılıyor. Evlenecek olan çiftler balo eğlencelerini yeni tarzda yapsalar da gelin alma kısmında eski adetlerinden vazgeçemiyor. İlçede yapılan düğünlerde yöresel tatları oluşturan düğün yemekleri düğün sahiplerinin olmazsa olmazlar arasında yer alıyor.

Yöresel adetleri yaşatmak ve düğünlerine renk katmak isteyen bazı düğün sahipleri çok daha eski adetleri uyguluyor. Her yıl binlerce turist ağırlayan Ölüdeniz beldesinde evlenen Ümit ve Rabiya çifti düğünlerinde gelin arabası tercih etmek yerine at kullandılar.  Dualar eşliğinde evden alınan gelin daha sonra bir ata bindirildi. Çevredeki yerli ve yabancı turistlerin şaşkın bakışları arasında ata binen gelin, önde damat ve davul zurna eşliğinde Ölüdeniz sokaklarında şehir turu attırıldı.

FARKLI BİR DÜĞÜN OLDU

Mutlu olduklarını söyleyen damat Ümit Cengil, eski adetlerini yaşatmak için böyle bir düğün tercih ettiğini söyledi. Ölüdeniz'de at üzerinde gelin taşımanın çok farklı olduğunu kaydeden Cengil, "Fethiye'de bir değişikli oldu bu. Ölüdeniz sokaklarında atla gelin alıyorum. Çok mutluyuz." dedi.

SON 5 YILDIR TÜRKLERİN ATLARA İLGİSİ ARTTI

25 yıldır at yetiştiriciliği yapan Saffet Çınar da son 5 yıl içerisinde Türk düğüncülerin atlara olan ilgisinin arttığını kaydetti. Daha önceki yıllarda yabancıların kendisinden at kiraladığını ve düğünlerinde bu atları kullandığını ifade eden Çınar, "Ben at yetiştiriciliğini babamdan, dedemden öğrendim. Atlarımı kendim yetiştiriyorum. Genellikle gelin alma törenlerinde ve sünnet törenlerinde insanlar atları tercih ediyor. Ben de eski örf ve adetlerimizin yaşatılmasına katkı koyduğum için mutluyum. Çocukken gördüğüm düğünleri şimdi yeniden yaşıyor gibiyim." şeklinde konuştu.

FETHİYE'DE SOKAK ORTASINDA DAMAT TIRAŞI YAPTIRDI

Yine örf ve adetlerini yaşatmak isteyen başka bir düğün sahibi Engin Kayserilioğlu da sokak ortasında damat tıraşı yaptırdı. Davul zurna eşliğinde gerçekleştirilen tıraş, renkli görüntülerin ortaya çıkmasına neden oldu.

Devamını Oku»

Kaşık Oyunları Nasıl Oynanır?

Kaşık havası ya da kaşık oyunları Türkiye'de İç ve Batı Anadolu, Batı Karadeniz ve Güney Marmara'da oynanan halk oyunlarının genel adıdır. Bu oyunların en belirgin özelliği kaşığın oyuna eşlik etmesidir. 


Bu oyunlar bölgelere göre değişiklik gösterir, mesela Konya ve Antalya bölgelerinde oynanan oyunlara da genel olarak kaşık oyunları adı verilir. Ancak bu oyunlar zeybekten bazı özellikleri ile ayrışır. Teke yöresi oyunları ise kaşıkla oynanmasına rağmen, Balıkesir ve Eskişehir yörelerinde oynanan oyunlardan farklıdır. Oynanan yere ve bölgeye göre ise oyunu oynayan kişiler yörelere özel kıyafet yada kostümler giymektedir.


Oyunları oynayan insanlar, ritim aracı olarak ellerinde tahta kaşık tutarlar. Genellikle bu kaşıkların biri ters şekilde avuç içine gelecek şekilde işaret ve baş parmağının arasından geçirerek yerleştirilir, diğerini ise yine ters bir şekilde diğer kaşığın üst tarafına gelecek şekilde yüzük ve orta parmağının arasından geçirerek yerleştirilir ve parmaklar kapatıp açılarak kaşıkların birbirine vurup ses çıkarması sağlanır. Böylece oyunu oynayan insanlar çalan şarkıya ritim tutarak oyunu oynamaya başlarlar.


Oyun oynanırken iki kol da sağ ve sol taraflara açılır dirseklerden hafif kırılır ve kaşıkları bir birine vurarak ritim tutulur. Aynı zaman da yörelere ve çalan şarkıya göre de değişiklik gösterecek şekilde oyunda ki eş ya da eşler ile fiziksel hareketlerle de dans edilir. Genel ve klasik olarak oynanan oyunlarda ise kollar açıldıktan sonra omuz ve kollar sırasıyla ritme uygun şekilde aşağı yukarı, zarifçe sağa sola hareket ettirilir. Aynı şekilde bel bölgesi, kalça da ritmik şekilde hareket ettirilir. Bunlarla birlikte son olarak ayaklar sırasıyla yine ritme uygun şekilde öne ve arkaya doğru topuklar hafifçe yere vurularak vücud ve dans kombini tamamlanır

Devamını Oku»